13 Ekim 2022

Türkiye-AB Mülteci Mutabakatına Bugünden Bakmak

Türkiye-AB Mülteci Mutabakatına Bugünden Bakmak

OSMAN SERT

Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker birlikte 18 Mart 2016 mutabakatını ilan eden basın toplantısından çıkıp Türk Başbakanı uğurlamak üzere konsey binasının koridorlarında ilerlerken yüzler gülüyordu. Çetin geçen, geçmişi aylara hatta 16 Aralık 2013’te atılan ilk imzaların öncesine kadar giden ama son iki günde kıran kırana geçen müzakerelerle şekillenen mutabakattan sonra taraflar mutluydu.

Davutoğlu, 1959’dan beri Avrupa’nın bekleme odasında duvarları seyretmenin ötesinde çok az şey yapabilmiş, AK Parti döneminde tam üyelik müzakerelerine başlamış ancak Fransa ve Yunanistan’ın itirazları ile istediği mesafeyi alamamış ülkesine 80 milyon vatandaşının Avrupa ülkelerine vizesiz seyahatini sağlayacak bir anlaşma ile dönüyordu. Bu hem Davutoğlu’nun içerdeki siyasi profilini güçlendirecek hem de ileride Türkiye’nin demokrasi rotasının kaymasına engel olabilecek bir çıpaydı.

Tusk ve Juncker ise Brüksel’in nadiren bu kadar önemli fonksiyon icra ettiğinin bilincinde idi. Hep uzun müzakereler, çıkmaz sokaklar, komisyona/sonraki zirveye havale edilen sorunlar, talep edilen paralar ve konan ek düzenlemelerle anılan Brüksel bu sefer neredeyse her AB vatandaşının bir numaralı gündemi ve korkusu haline gelen mülteci akınında sorun çözen, umut veren aktör olarak öne çıkmıştı. İkisi de son bir ayda Türkiye yüzünden kavga ettikleri de dahil olmak üzere AB liderleri gözünde daha etkin ve kritik aktörler haline gelmişlerdi.

Juncker ve Tusk istediklerini aldı ama Davutoğlu, çantasındaki 6 milyar Avro dışında, hem içerdeki iktidar kavgasında görevi bırakmak zorunda kaldı hem de mutabakatta Türkiye’nin lehine olan maddeler bu kavgaya kurban gitti.

18 Mart’a Gelirken Türkiye

Mutabakatın 5. yıl dönümünde anlaşmanın nasıl bir müzakere ile gerçekleştiğini, süreci içerde yaşayan diplomatlardan dönemin Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru tafsilatlı bir şekilde yazdı. Makalenin satırları arasında ilerlerken Avrupa ile müzakereler yoluyla kat edilen mesafe bugünden bakıldığında tümüyle kurgu gibi geliyor. Bugün göstermelik bile olsa ne ortak bir toplantı ne de ortak bir hedef gözeten gündem var. Başta Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz hakimiyetini sınırlamaya çalışan Avrupa tezleri olmak üzere Ankara’nın haklılığını savunabileceği ciddi görüş ayrılıkları yadsınamaz bir gerçek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim tarzı ve öncelikleri ise Avrupa’nın çok uzağında.

18 Mart 2016, bölgesinde etkin ve oyun kurucu bir güç olmak isteyen Ankara için anlamlı bir çabaydı. Orta Doğu’da Türkiye olmaksızın ciddi bir yardım kuruluşunun ötesine zor geçebilen Avrupa’nın Türkiye ile birlikte yapabileceklerine örnek teşkil etmesi açısından da göç mutabakatı hala önem taşıyor. 

Türkiye-Avrupa Birliği uzlaşmasını sadece diplomatik bir müzakere süreci ve zirveler sonunda kâğıda dökülen maddeler olarak okumadan önce Türkiye’nin ve bölgenin bu anlaşmaya gelirken neler yaşadığını hatırlamakta fayda var. Türkiye 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidarı kazanamaması sonrasında ağır bir siyaset ve güvenlik krizinden geçti. İktidar belirsizliği hem içeride hem de dışarıda zayıf bir Türkiye algısını tetikleyen gelişmelere yol açtı. İntihar eylemleri günlük haber akışlarının normali haline geldi. Bir önceki saldırının failleri, hayatını kaybedenlerin geçmişleri, kimlikleri üzerine haberler ve yorumlar sona ermeden ülke, yeni bir saldırı haberi ile sarsıldığı günler yaşadı.

20 Temmuz 2015’te Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara Gar’ının önünde, 17 Şubat 2016’da Çankaya’da, 18 Mart mutabakatından 6 gün önce Güvenpark’ta, 1 gün sonra İstiklal Caddesi’nde yüzlerce insan intihar eylemlerinde hayatını kaybetti. IŞİD, PKK ve DHKP-C’nin eş-zamanlı saldırıları Türkiye’yi bir terör sarmalına hapsetti. Türkiye sistemik ve ülkenin fay hatlarına ayarlı bir terör ve şiddet dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Arap Baharı’nın bölgede tetiklediği istikrarsızlık ortamı, Suriye’deki gelişmelerin ürettiği toplumsal, siyasî ve güvenlik riski, uzun süredir can çekişen çözüm sürecinin sona ermesi, Ağustos 2015 itibariyle PKK’nın yerleşim merkezlerinde kazdığı hendekler ve güvenlik güçlerinin başlattığı operasyonlar gibi 3-5 satıra sığdırmanın mümkün olmadığı ciddi bir güvenlik krizi Türkiye’nin neredeyse tek gündemi haline geldi.

Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

MAKALE ,
About OSMAN SERT
SWITCH THE LANGUAGE


WHO WE ARE

The Ankara Institute is located in Ankara, Turkey. Our teams include academics, former members of the parliament, senior advisers to the Turkish prime ministers and ministers, analysts from prominent think-tanks, NGO directors, and media professionals with many years of experience. We do have extensive experience of working and partnering with leading global think-tanks, NGOs, international organizations, and governmental institutions.