‘Homo Sovyetikus’ ve Rusya Sorunu
[Çar Nikolay] Kendi kendine ‘Ya ben olmasaydım Rusya’nın hali nice olurdu!’ dedi. ‘Hem yalnız Rusya değil, bütün Avrupa ne yapardı bensiz!’…Strateji yeteneklerine yönelik bu övgü Nikolay’ın çok hoşuna gitmişti, çünkü ne kadar stratejik yetenekleriyle gurur duysa da ruhunun derinliklerinde böyle bir yeteneğinin olmadığını bilirdi. Şimdi de uzun uzun övülmek istiyordu…Çevresindekilerin gerçeğe aykırı dalkavuklukları çarı öyle bir hale getirmişti ki, sözlerindeki, hareketlerindeki çelişkilerin farkına varmıyor, mantığa, hatta doğrudan doğruya sağduyuya aykırı davrandığını anlamıyordu. Tam tersine, buyrukları ne kadar saçma, haksız, birbirine zıt olsa da ağzından çıktı mı onun gözünde anlam, doğruluk, uygunluk kazanıyordu.
Hacı Murat, Tolstoy, 1896
Aylardır, hatta yıllardır, Rusya’nın attığı adımları jeopolitik araçlarla açıklamak ve gelecek projeksiyonları yapmak için yüzbinlerce sayfa yazıldı, yazılıyor. Devasa bir literatür oluşmuş durumda. Ancak bütün bu değerli emeğe rağmen Moskova’nın jeopolitik projeksiyonunu yapmak zannedildiği kadar kolay değil. Zira ne realist büyük güçler okumasının ne de politik-psikoloji değerlendirmelerinin, histeri düzeyinde bir tarihsel revizyonizmin inşa ettiği dünyaya dair sıhhatli tahminlerde bulunması mümkün oluyor. Bu, emeği verenlerin yetenekleriyle ilgili bir mesele değil. Farklı yönleri ve dinamikleriyle Rusya’yı, Avrasya siyasetini ve ekonomisini, küresel jeopolitiği ve güvenlik başlığını özenle takip etmek; şanlı günlerine geri dönme özlemini toplumsal bir hınca dönüştürmüş, siyasal tahkimatını yapmış Moskova’ya dair etraflı ve tutarlı tespitlere imkân sağlıyor. Ancak Kremlin’in işgallerine yönelik tutarlı ve rasyonel tahminler için yeterli olmuyor. En azından 2014 Kırım ilhakına kadar durum kabaca böyleydi. Hatta denilebilir ki bu senenin başına kadar bile, Kırım tecrübesine rağmen, Kremlin’in yeni bir işgale hem de Ukrayna gibi kendisinden sonra Avrupa’nın ikinci büyük devletine yönelik 18’inci yüzyıl tarzı bir kolonyal işgal girişimi ilk senaryo olarak görülmüyordu.
Gerçekleşmesine en az ihtimal verilen senaryo birkaç gün içerisinde hayata geçti. Daha doğrusu Putin’in, 2007’den itibaren başı sonu belli bir şekilde dillendirdiği, üzerine tarihsel revizyonizmini işlediği makaleler yazdığı, konuşmalarında sık sık vurgu yaptığı hafıza kavgalarından süzülerek gerçekleştirdiği 40 dakikalık konuşmayla Ukrayna’yı işgal kararını bütün dünya duymuş oldu. 40 dakika içerisinde, Rusya’nın geçen yüzyıl boyunca on yıllar süren gelişmelerin ardından yaşadığı kırılmalarını bu yüzyılda da yaşamasını güçlü bir ihtimale dönüştürdü. Putin, 20’nci yüzyılda iki kez kalbi durup geri dönen ‘imparatorluğunu’, nereye ve hangi tarihe döndürmek istiyordu bilemiyoruz ama 21’inci yüzyılda tarihsel bir jetlag krizine soktuğuna şüphe yok.
Bu durum bir yönüyle kaçınılmaz bir sondu. Zira son 20 yıl boyunca Putin merkezli inşa edilen Kremlin iktidarı açısından Rusya’nın geleceğinden ziyade geçmişi her zaman daha hayati önemi haizdi. Milliyetçi ütopyalar öncelikle liderlik düzeyinde nostalji epidemisine yol açarlar. Eğer nispeten işlevsel bir demokrasi ve kozmopolit bir bilinç de yoksa bu epidemi toplumu da hızla içine alır. Geleceğin ağır yükü ile uğraşmaktansa geçmişe iltica edilir. Çünkü geçmişi yeniden farklı bir kalıba sokmak, ciddi demokrasi açığı veren ama tahkim olmuş bir devlet için oldukça konforlu bir tercihtir. Bu yolda geçmişte yaşanmış tecrübeler, hele Rusya örneğindeki gibi dünyanın en ağır felaketleri ve yıkımları da dersler çıkarmaya yeterli olmaz. Bu noktada devreye seçici amnezya girer ve kadim şanlı tarihin hafızasının tezkiyesi sağlanır. Aynı anda hafızadan seçilmiş travmalar da özenle tarihsel arkeoloji marifetiyle ortaya çıkarılır.
Bu durum sadece Rusya’ya özgü de değildir. 1990’larda bir taraftan Batı’da tarihin sonu ilan edilirken dünyanın birçok yerinde tarih yeniden başlıyordu. Sırplar Lazar’ın tabutunu 600 yıl sonra kilise kilise dolaştırıp küllerinden diriltiyor, İslamcılık asrı saadeti(ni) arıyor, milliyetçilikler kendilerini fark ediyor, medeniyetler yeniden keşfediliyordu. Hatta daha üç yıl önce, yani Lazar’ın cenaze törenlerinden 30 yıl sonra, 2019’da Franco’nun İspanya’da tekrar cenaze defni bile yapıldı. Türkiye’nin de son yıllarda tarihin içerisinde kaybolmuş siyasal kodları, tozlu sayfalardan zaferlerin keşfi, tarihsel şahsiyetlerin bugünün siyasal tüketimine uygun bir şekilde canlandırılması, Kemalizm’in hayata dönüşü, tarihi dizilerden sunulan jeopolitik ve her yönüyle nostaljiye ram olmuş kamu teminatlı tarihi referanslarla kendisini ifade eden toplumsal ruh halini gözlerimizin önüne getirmek, hafızanın mühimmata dönüşmesinin ve siyasallaşmasının sonuçlarına dair bir fikir verebilir.
Rusya post-Sovyet döneminde, Putin’in iktidara gelmesiyle benzer bir süreci en dramatik şekilde yaşayan ülkelerden biri oldu. Cüssesinin büyüklüğü, askeri gücünün azameti, ekonomik kaynaklarının bolluğu ve küresel düzeyde hegemon gücün 11 Eylül sonrası yaşadığı jeopolitik bunalım; Moskova’nın tarihinin ve hafızasının dehlizlerinde sorunsuz bir şekilde yol almasına imkân verdi. Putin’in yapması gereken tek şey, zuhur eden bu hafızayı kudretli devlet (velikaya dırjava) hedefine yöneltmekti. Altın Orda Hanlığı sonrası kurulan Moskova Knezliği’nden beri kesintisiz altı asırlık otoriterlik geleneğine sahip bir ülke için bu hedef oldukça gerçekçi ve zamanın ruhuna uygundu.
‘Ruskiy Mir’ Ütopyası
Alexander Solzhenitsyn’in 90’larda yazdığı Rus Sorunu kitabında “Rusya’nın, Stalin ve Kuruşçev’nin harap ettiği Sovyet öncesi dönemin ruhani küllerinden bir tenasüh ile diriltilmesi fikri” ilerleyen yıllarda retropolitik okumanın aracına dönüşecek Rus Dünyası fikrinin tohumlarını atmıştı. O dönemde Rusya’nın, Sovyet ideolojisinden de kolonize ettiği Güney Kafkasya ve Orta Asya’dan da arınması gerektiği seslendirilip, Doğu Slavlarını tek bir devlet çatısı altına alacak şekilde Belarus, Ukrayna ve Kuzey Kazakistan’a odaklanılması tartışılıyordu. Daha sonra kamu diplomasisi fikri olarak ortaya çıkan ama Putin’in ilk kez 2001’de telaffuz etmesiyle önce retropolitik okumanın daha sonra ise yeni Rus jeopolitik zihnin oluşmasına katkı veren Ruskiy Mir (Rus Dünyası) yaklaşımı, Kremlin’in adımlarında meşrulaştırıcı bir kavrama dönüşecekti. Putin, 2014’te Kırım’ın ilhakı sonrasında “Rus Dünyası iştiyakını Rus tarihinden ve birliği tekrar tesis etme hedefinden almaktadır” diyecekti.